22 Mart 2016 Salı

efsane müziklerin hikayeleri

italyan mandolininden losing my religion'a:

yıl 1987. new york'ta ılık, bulutsuz bir kış akşamüstü. r.e.m. gitaristi peter buck manhattan'da alışveriş yapmaktadır.jim carroll ve john waters kitaplarını kasadan geçiren kasiyer bir yandan da "boston'dan mısınız? boston'da tanıdığınız müzisyenler var mı?" diye sorar. buck kibarca birkaç bostonlu müzisyen tanıdığını, kendisinin de müzisyen olduğunu" geveler. kasiyer kız, biraz eğilip tezgahın altındaki müzik dergilerine baksa, kapakta peter buck ve arkadaşlarının fotoğrafını görecektir ama buck, r.e.m. grubunun gitaristi olduğunu söylememeyi tercih eder.

"kimseye asla bu grupta olduğumu söylemeyeceğim" der rahatsız bir şekilde. "bu işe bu yüzden girmedim. insanlar bana 'seni tanıyor muyum' diye sorduklarında 'belki' diyorum. bu konuda bir göt gibi davranmak da istemiyorum ama 'evet, şu yeni müzik dergisinin kapağında yüzümü görmüş olabilirsin' diyecek insanlardan olmak istemiyorum. yani, kimin umurunda?" diye devam eder.

central park'ın karşısında birkaç blok yürümüştür ki park tarafındaki bir faytondan iki genç kız buck'ı tanır ve "peter! peter!" diye bağırarak aradaki trafiğe rağmen seslerini duyurmaya çalışırlar. buck sadece gülümser. o sırada r.e.m. hiç olmadığı kadar popülerdir. yeni single the one i love listelerde ani bir yükselişe geçmiş ve önceki single çalışmalarının çok üzerinde bir başarı yakalamıştır. albüm ise platin plağa doğru gitmektedir. bunun yanında önceki gece r.e.m. radio city music hall'de ikinci kapalı gişe konserini vermiştir.

ama tüm bu olayların buck için pek de büyük bir önemi yoktur. böyle bir atmosferde new york sokaklarında yürüken, onun tek düşündüğü, mutluluğunun tek sebebi, alışveriş sırasında bu başarıları kutlamak için kendisine ödül olarak aldığı 500 dolarlık italyan mandolinidir. enstrümanın şekli buck'ın hoşuna gitmiş ve hemen onunla duygusal bir bağ kurmuştur. onu "mandolin özentisi" olarak tanımlar ve önünde sonunda çalmayı öğreneceğini söyler.

işte o mandolin, bundan dört yıl sonra losing my religion'a hayat veren enstrüman olur (buck, mandolin çalmayı öğrendiği ilk dönemde yaptığı kayıtları yeniden dinlerken bu riffi duyar ve bunun bir şarkı için güzel bir giriş olacağını düşünür).

***

jeff buckley'nin kırmızı telefonu:

buckley gençliğinden beri, üzerinde çalıştığı kayıtların kasetlerini annesine gönderirdi. bu, onun her zaman tuttuğu sözüydü. ölümünden sonra gelen hayran mektuplarında insanlar jeff ile nasıl yolda karşılaştıklarını, jeff'in onlara bira ısmarlayıp nasıl birlikte takıldığını anlatıyordu. annesi aylarca geceleri uyumadan bu mektupları okuyup ağlamıştı.

sonra bir gün annesi, jeff'in kırmızı telefonunu onun yakın arkadaşı chris cornell'e verdi. cornell, 6 aralık 2011kalamazoo state theatre ve 8 nisan 2011 klein auditorium konserleri sırasında bu telefonu sahnede yanında bulundurdu.

cornell seyircilere, telefonun jeff öldükten sonra kendisine jeff'in annesi tarafından verildiğini, jeff'in bu telefonu tanrıyı aramak için kullandığını ve kendisinin de kimi zaman jeff'i aramak için kullandığını söyledi. sanıyorum iki konser boyunca cornell ve buckley'in annesi, o telefonun çalmasını umut etmişti.

***

mr. tambourine man:

şarkıya ilham kaynağı olan bruce langhorne ve onun kullandığı 17 inçlik türk tefidir (dylan'ın anlattığına göre langhorne küçükken bir kaza geçirmiş, bir patlama sonucu sağ elinin iki parmağını kaybetmişti. sonrasında telaşlı annesine dönüp "en azından artık o aptal kemanı çalmam gerekmiyor" diyen bruce'un eşsiz tarzı da buradan gelmekteydi. langhorne).

***

riders on the storm:

eğer dikkatlice dinlerseniz, jim morrison'ın kendi vokalinin üzerine şarkı sözlerini fısıldadığını duyabilirsiniz. eylül 2011'de ray manzarek, uncut dergisi'ne şöyle anlatır:

"riders on the storm'da bir fısıltı sesi vardır, eğer dikkatli dinlerseniz, jim'in kendi vokali üzerine eklediği bir kayıt. bu, jim'in yaptığı son şeydir. kısa ömürlü bir fısıltı."

***

sympathy for the devil:

sözlerin bir bölümü, kasım 1998'de microsoft'un kartelleşme davasında intel başkanı steve mcgeady'nin ifadesinde de kullanılır. mcgeady, microsoft hakkında sympathy for the devil başlıklı bir yazı yazmıştır.

***

smoke on the water:

parçanın sözlerinde ismi geçen frank zappa, bütün ekipmanını yangında kaybeder. ardından birkaç gün sonraingiltere'deki bir konserde kendisini aşağıya çeken bir seyirci yüzünden bacağını kırar. ian gillan'ın 1972'de bbc özel programında smoke on the water'ı seslendirdikten sonra mikrofona eğilip "break a leg, frank" demesinin sebebi de budur.

"funky claude was running in and out pulling kids out the ground," sözlerinde bahsedilen funky claude, claude nobs'tur. montreux jazz festivali'nin ortak kurucusu olan nobs, yangın sırasında birçok insanı kurtarmış ve gruba kalacak yeni bir otel bulmuştu.

nobs, gibson.com röportajında olayı şöyle anlatır:

"deep purple bütün yangını pencereden izledi ve "aman tanrım, şuna bakar mısın. zavallı claude; casino da yok oldu!" dediler. burada bir konser vermeleri planlanmıştı ve yeni albümü de burada kayıt edeceklerdi. sonunda onlar için, evimin yanındaki metruk bir otelde yer ayarladım ve geçici bir stüdyo hazırladım. bir gün akşam yemeğine bana geldiler ve şöyle dediler: "claude, senin için bir sürprizimiz var, ama albümde olmayacak. smoke on the water ismini verdiğimiz bir şarkı." şarkıyı dinledim ve şöyle söyledim: "çıldırmışsınız! bu büyük bir şey olacak!" şimdi, dünya üzerinde -şarkının melodisini mırıldanır- bilmeyen tek bir gitarist yok. dediler ki "eğer gerçekten inanıyorsan, albüme de koyarız." bu, gerçekten de casino'dan çıkan yangının kusursuz bir anlatımı, frank zappa'nın çocukları binadan çıkarması ve şarkıdaki her detay doğru. orada tüm olanlar bunlardı. şarkının ortasında 'funky claude was getting people out of the building,' der ve şimdi ne zaman bir rock müzisyeni ile karşılaşsam hala "ah, işte funky claude geliyor" derler."

***

house of the rising sun:

tarihçiler, house of the rising sun'ın neresi olduğu hakkında şu ana kadar kesin bir yargıya varamadı. ancak bu konuda iki önemli görüş hakim. bunlardan birincisi - ve en bilineni- new orleans'ta 12 yıl işletildikten sonra şikayet üzerine kapatılan bir geneleve işaret eder. bu genelev adını madame marianne lesoleil levant'dan (fransızca: rising sun) alır.

ikinci görüş ise orleans parish kadın cezaevinden bahseder. bu cezaevinin giriş kapısında da doğan güneş figürü vardır. şarkıdaki ball and chain sözlerinin de bu görüşü desteklediği düşünülür.

***

hotel california:

"they stab it with their steely knives but they just can't kill the beast" sözleri steely dan'e göndermedir. aynı menajerle (irving azoff) çalışan iki grup arasında arkadaşça bir rekabet vardır. bundan bir yıl önce yayımlanan steel dan'in everything you did isimli şarkısında da "turn up the eagles, the neighbors are listening" sözleri yer alır.

"she's got the mercedes bends" sözleri çoğu insan tarafından "...mercedes benz," olarak algılanır ancak bu sadece bir kelime oyunudur.

"i heard the mission bell" sözlerinde bahsedilen mission bell'in anlamı ise şudur: california, ispanya'dan gelen romalı katoliklerin inşa ettiği, hem askeri hem de dini amaçla kullanılan yapılarla kuruldu. bu yapılara "mission" adı verilirdi.san francisco gibi, california'daki çoğu şehir bir "mission" olarak kuruldu. çoğu halen ayakta olan bu yapıların kulelerinde bulunan çanlar (mission bell) ise hem zamanı işaret eder, hem de tabii ki insanları kiliseye davet ederdi. california'da toplam 21 mission vardır.

"warm smell of colitas," sözleri, sıklıkla sesksüel argo ya da marijuannaya atıf olarak algılanır. don felder bu konuda şöyle söyler: "colitas, çölde yetişen ve sadece geceleri açan bir bitkidir. keskin ve müthiş bir kokusu vardır. don henley sözler için pek çok fikirle gelmişti, colitas da bunlardan biri."

felder şöyle ekler:

"söz yazarken, birden fazla duyuya hitap eden sözler yazmaya çalışırız. anlatılanları görebilmeli, duyabilmeli, koklayabilmeli, tadabilmelisiniz. colitas da buradan gelir."

***

creep:

23 ekim 1993 tarihli melody maker dergisinin british creeps storm america başlıklı haberinde ise yorke, şarkıyı biraz daha derin, biraz daha içten anlatır:

"bu (duraklar)... bu şefkat hakkında (daha uzun duraklar)... bu çok zor (oldukça uzun süre durur)... söylediğimde herkes taşak geçecek. bu sadece; sanırım bir parçam her zaman etrafta dolanacak, bana içki ısmarlayacak, sarılıp her şeyin yolunda olduğunu söyleyecek birini arıyor. çünkü böyle birinden yeni ayrıldım. günler dayanılmazdı, insanlarla konuşamadım. ve bunu hala yaptığımı fark ettikçe hayret ediyorum. yalnız olmak istiyorum ama aynı zamanda insanların beni fark etmesini de istiyorum. buna engel olamıyorum."

***

another one bites the dust:

ekip ve yapımcı reinhold mack bu parçayı mikslerken, brian may'in roadie'si şarkının single olarak yayımlanmasını önerir ancak kimse sallamaz. bir konser sonrası aynı tavsiye michael jackson'dan da gelince işler değişir. single yayımlanır ve amerika listelerinde birinci sıraya ulaşır (ek bilgi: o sırada amerika'da queen pek tanınmadığından, dinleyiciler şarkıyı siyahi bir adamın söylediğini düşünmüşlerdi).

freddie mercury için another one bites the dust'ın ayrı bir yeri vardı. may'in söylemiyle "freddie şarkıyı çok severdi. gırtlağı kanayana kadar 'another one bites the dust' diye tekrar ederdi. onu, özel bir şarkı yapmaya çalışıyordu."

***

crazy:

2006 the new york times röportajında danger mouse ise şöyle anlatır:

"cee-lo ile konuşmaya başladık. deli olmayan bir sanatçının insanlar tarafından ciddiye alınmayacağını düşünüyordum. bunun üzerine eğer bu albümün başarılı olmasını istiyorsak, yapabileceğimiz en doğru hareket kendi kişiliklerimizi öldürmekti. şakayla karışık, insanların delirmiş olduğumuzu düşünmesini nasıl sağlayabiliriz diye tartışmaya başladık. dört saat boyunca bundan bahsettik, sonra ben eve döndüm. ama ben yokken cee-lo, bu tartışmayı aldı ve crazy'yi ortaya çıkardı. parça tek seferde kaydedildi. bütün hikaye bu. şarkının sözleri, bu muhabbetin tercümesiydi."

***

stayin' alive:

şarkı, vergi politikaları sebebiyle fransa'da, the chateau d'herouville isimli stüdyoda kaydedilir. burayı bulana kadarkanada ve avrupa ülkelerinde stüdyolar aranır. sonunda the chateau d'herouville bir aylığına kiralanır. stüdyoya gittiklerinde onun harap halini gören ekibin ilk iki günü etrafı toparlamakla geçer. öyle ki döküntü halindeki konsoldaeq düğmeleri oje ile boyanmıştır. ancak mevsim kıştır ve kontrol odasının penceresinin önüne soğuması içinheineken şişelerini koyan ekibin keyfi yerindedir. bu stüdyonun birçok porno filme ev sahipliğini yaptığını da kayıttan çok sonraları öğrenirler.

kayıtlar sırasında davulcu dennis bryon'ın babası vefat edince (dennis, hasta olan babasının yanına, ingiltere'ye dönmüştü) ekip yeni bir davulcu arayışına girer ancak fransa'da istenilen davulcu bulunamaz. bunun yerine kullanılan drum-machine'den de istenilen sonuç alınamayınca, byron'ın halihazırda kaydetmiş olduğu bir ritm kesilip tekrarlanarak şarkıya dahil edilir. albümde bu şarkıda, davulcu olarak bernard lupé ismi geçer. bu isim, ünlü stüdyo davulcusu bernard purdie'nin fransız versiyonu olarak düşünülerek ortaya çıkan bir espridir. albümün ardından ekibe, bernar lupe ile ilgili kendi söylemleriyle "inanılmaz sayıda" telefon gelir. insanlar bu davulcuya ulaşmak isterler. hatta bir tanesi şöyle söyler: "this guy's a rock! i've never heard anyone so steady in my life!"

stayin' alive, illinois üniversitesi'nden bir ekibin çalışmasına göre, kalp krizi sonrası yapılacak cpr sırasında dinlenecek en ideal şarkıdır. the american heart association'a göre kalp krizi sonrası cpr için optimum tempo dakikada 100 vuruştur. buna dikkat çeken araştırma ekibi, şarkının dakikada 103 vuruş olduğunu ve neredeyse mükemmel tempoyu sağladığını belirtir (another one bites the dust da bu düzeydedir ama o esnada dinlenmesi ismi sebebiyle uygun olmayabilir).

bunun yanında, barry gibb ölümden bahsederken tek istediğinin çabuk bir ölüm olduğunu söyler ve şöyle ekler:

"sahnede gelen bir kalp krizi ideal olurdu (güler). tam da stayin' alive'ın ortasında."

***

people are strange:

robby krieger'ın ağzından:

"jim bir gün laurel canyon'daki evime geldi. yine o intihar eğilimli depresyonlarından birini yaşıyordu. bunun üzerine john dedi ki 'hadi jim, gidip gün batımını izleyelim. bu seni kendine getirir.' laurel canyon'un tepesine çıktığımızda manzara inanılmaz güzeldi. tepeden, güneş ışığının bulutların üzerine yansımasına bakıyorduk. jim'in modu birdenbire tamamen değişti ve şöyle dedi 'vay canına! şimdi neden böyle hissettiğimi anlıyorum. sen tuhafsan, insanlar da tuhaftır ( "it’s because if you’re strange, people are strange" der tam olarak. ben bu şekilde çevirdim). ve sözlerin tamamını orada yazdı. sonra ben müziği buldum ve tepeden geri indik."

***

freddie mercury:

ırkçı baskılar yüzünden adını ve soy adını değiştirmek zorunda kaldığı ingiltere gibi bir ülkede heykeli dikilen ilk rock yıldızı olma başarısını yakalayabilmiş bir adam mercury.

biz hala "yurt dışına yerleşince oralarda hep yabancı kalıyorsun, tutunmak çok zor, ırkçılık her yerde var, cesaret edemiyorum..." diye uzun uzun anlatıyoruz bu ülkeden siktir olup gitmek başlığına. adam heykelini diktirmiş. bu nasıl bir hayat hikayesi, nasıl bir başarı hikayesi, tahayyül etmek zor.

***

horse latitudes:

jim bir gün gruba, okumak istediği bir şiiri olduğunu ve arka planda gerçekten çok acayip bir müzik olmasını istediğini söyler. o sırada stüdyoda, orkestra kaydından kalan klavsen, piyano, timpani gibi bir sürü enstrüman vardır. tüm ekip manyak gibi bu enstrümanlara vurmaya, kurcalamaya başlar. bir yanda da 10-12 kişi ciğerlerini yırtarcasına sadece bağırmaktadır.

tüm bu sesler kaydedilip üzerine şiirin okunması için hazır hale getirilir. ardından son ses açılır ve jim şiiri okumaya başlar. tam o sırada jefferson airplane elemanları gelir. dağılmış, kafaları arşa ulaşmış halde olmalarına rağmen the doors ekibine "kafayı mı yemiş bunlar" der gibi bakakalırlar. ekip ise hiç istifini bozmaz ve biri şöyle söyler:

"evet, bu bizim şarkılarımızdan biri."

***

jim morrison:

jim, çökmekte olduğunun farkındadır. l.a. woman'ın miks çalışmasının ortasında, henüz çalışma tamamlanmadan ekibe döner ve şöyle söyler:

"hey, burda her şey harika gidiyor ama benim bir duyurum olacak. 2 güne paris'e gidiyorum."

"neden gidiyorsun? bir iki hafta mı kalacaksın?" gibi sorulara karşı cevabı şu olur:

"hayır, bir süre orada kalacağım. sadece biraz uzaklaşmam gerek dostum. sadece pillerimi şarj etmek istiyorum. "

manzarek "paris, evet bu harika. paris'te bir amerikalı. bu bir gelenek, ernest hemingway, f. scott fitzgerald, henry miller ve şimdi de jim morrison. paris'te amerikalı bir ozan..." diye düşünür ve "git ve orada harika zaman geçir. sadece her şeyin nasıl gittiğini bize de haber vermeyi unutma" der. o an, manzarek'in jim'i son görüşüdür.

birkaç gün sonra, kahvaltı sırasında manzarek'e bir telefon gelir. yapımcı, jim'in paris'te öldüğünü söyler. manzarek'in tepkisi ise "saçmalık" olur. tam paul mccartney öldü dedikodularının yayıldığı dönemdir ve manzarek jim'in öldüğüne inanmaz. daha önce birkaç kez jim'in ölümü ile ilgili de asılsız söylemlerle karşılaşmıştır. bu sebeple ciddiye bile almaz ancak yapımcı "sanırım durum ciddi" der. manzarek ise "bir söylenti için kalkıp paris'e gidecek değilim. hiçbir şekilde inanmıyorum" der.

yapımcı aynı gün paris'e uçar ve iki üç gün sonra tekrar arar. aralarında şöyle bir konuşma geçer:

y: "bir tabutu toprağa verdik. ve jim de o tabutun içindeydi."
m: "öldü mü!? gömdünüz mü!?"
y: "evet."
m: "nasıl ölmüş!?"
y: "fransızca yazıyor, pek okuyamıyorum. kalbinin durması ile ilgili bir şeyler."
m: "peki, nasıl görünüyordu?"
y: "bilmiyorum."
m: "ne demek bilmiyorum!"
y: "cesedi hiç görmedim. tabut mühürlü."
m: "yani diyorsun ki, mühürlü bir tabutu toprağa gömdünüz."
y: "evet, ama jim de içindeydi."
m: "jim'in içinde olduğuna emin misin?"
y: "evet."
m:"peki nasıl bilebiliyorsun?"
y: "içindeydi, biliyorum."
m: "gördün mü?"
y: "görmedim."

***

johnny depp:

keith richards'ın "filminiz yapılsa sizi kimin oynamasın istersiniz?" sorusuna verdiği cevaptır.

johnny depp, richards'ın oğlunun arkadaşlarından biriydi, tanışmaları da bu şekilde oldu. richards onu ilk gördüğünde adını duyuramamış bir rock sanatçısı sanmıştı ama zaman içinde filmlerini izledikçe büyük saygı duymaya başladı.

asıl hikayeleri ise şöyle başlar: ikili bir gün disney stüdyolarında birlikte takılırken, aynı beden olduklarını fark ederler ve eğlence olsun diye elbiselerini birbirleriyle değiştirirler. richards farkında olmasa da depp sürekli onu gözlemlemektedir. ve bir gün richards'ı arar "hey jesus christ, karayip korsanları'nda seni taklit ettim..." der.

***

frank zappa:

bir gün jimmy carl black, karnını doyurabilmek için zillerini rehin bırakmak üzere girdiği rehincide roy estrada ile karşılaşır. orada konuşmaya başlayan ikili soul giants'ı kurar. ray collins'in de katılımıyla bir klupte çalmaya başlayan grup, ray'in gitaristle tartışması sonucu gitaristsiz kalır ve zappa'yı arar.

gecede adam başı 0 ile 7 dolar kazanan ekip geçim derdine düşer. yeterince uzun süre bir arada kalırlarsa eninde sonunda para kazanmaya ve albüm yapmaya başlayacaklarını düşünürler. ancak o zamanlar etkin olan ingiliz akımı işleri olumsuz etkiler. mekanlar the beatles, the rolling stones tarzı müzik yapan grupları işe almaktadır. oysa zappa ve arkadaşları bu akımla kıyaslandığında oldukça garip bir müzik yapıyorlardı ve sürekli kovulup başka bir yerde iş aramaya başlıyorlardı. sonunda isimlerini mothers olarak değiştirip, ilk kez geliyormuş gibi ilk çalıştıkları barda yeniden işe girdiler.

uzun süre barlarda çaldıktan sonra bir menajere ihtiyaçları olduğunu düşündüler. mark cheka, gruba mondo hollywood'un yönetmeni robert carl cohen'in verdiği partide iş ayarladı. orada bulunan herb cohen -grubun yaptığı müzikten hiç anlamasa da- ekibin ticari potansiyeli olduğunu düşündü ve birlikte çalışmaya başladılar.

herb, ekibin hollywood'da bir turne için seçmelere girmesini sağladı. grup 6-7 ay önce aynı seçmelere katılmış ancak saçlarının yeterince uzun olmaması sebebiyle geri çevrilmişti (o zamanlar imaj her şeydi). bu tecrübeden hareketle zappa ve arkadaşları mor gömlek ve siyah şapkalarla kendilerine bir imaj oluşturdu ve bu imajı satmayı başardı. 4 haftalık bir sözleşmeyle grup ilk çıkışını yapmaya hazırlanıyordu. bu turnenin ardından whisky'de çalma fırsatını yakaladılar.

ekip buarada mgm'nin ilgisini çekti ve kayda girdiler. kaydın ilk gününde yemek yiyecek paraları dahi yoktu. zappa, "eğer jesse kay bize 10 dolar vermeseydi açlıktan bayılacaktık" diye anlatır. 10 dolar ile karnını doyuran ekip o gün altı şarkı kaydetti ve olaylar gelişti.

***

mark knopfler:

sonunda pes eden babası ona, on beşinci doğumgünü için çakma, kırmızı bir stratocaster aldı.

bu sayede okul arkadaşlarıyla müzik yapmaya başlayan knopfler, birkaç okul dansında sahne aldı. üniversiteden ayrıldıktan sonra londra'ya gitti ve brewer's droop isimli gruba katıldı. bu grupla ilk kez konserlere çıktı ve birkaç kayıt yaptı.

gruptan ayrıldıktan sonraki dönem çok zorlu geçti. "açlıktan ölüyordum" diye anlatır knopfler. sonrasında bulduğu öğretmenlik işi hayatını kurtarınca bu kez café racers'a dahil oldu, birlikte birkaç barda ve knopfler'in öğretmenlik yaptığı okulda çaldılar.

sonraki dönemde, bir kız arkadaşının abisi aracılığıyla gazeteciliğe başladı. bu işinde haftalık yaklaşık 24 dolar alıyor, yerel gruplar ve şehre gelen büyük gruplar hakkında yazıyordu. yazdığı son yazı ise, işten ayrıldığı gün gerçekleşenjimi hendrix'in ölümü hakkında oldu. baskı odasında otururken başyazar gelip "selam delikanlı. jimmy henderson mı jimi hendrix mi ne sikimse o ölmüş. tanıyor musun? bizim hiçbir fikrimiz yok. bu haber senin" der ve knopfler son yazısını yazıp gazeteyi terk eder, gidip sarhoş olur.

knopfler aylarca, sırtında ağır bir elektro gitar (kimi zaman iki gitar), ülkenin bir ucundan bir ucuna otostopla, otobüsle seçmelere gidip gelir. öyle bir durumdadır ki; yılbaşı günü, yoğun kar altında, bomboş yolda, hiçliğin ortasında sırtında gitar ve çanta ile ülkenin diğer ucundan newcastle'a gidebilmek için otostop yaparken bulur kendini. "müzik yapmayı gerçekten çok istiyor olmalıydınız" diye anlatır knopfler. ve şöyle ekler:

"ben ve joh için, dire straits olayının ilk döneminde ortak bir irade gücü vardı. eğer tembel bir orospu çocuğu iseniz, sadece oturup hiçbir şey olmadığı için şikayet edebilirdiniz. biz öyle değildik."

***

dave grohl:

11 yaşında çiğneme tütünü çalıp evde gizli gizli çiğnerken midesini hasta eden, 19 yaşında the scorpions, van halen ve metallica gibi grupların sahne aldığı ilk büyük konserini izlemeye gittiğinde otunu kaybedip tüm geceyi torbacı aramakla geçiren, uzun süre gecede 7 dolar kazandıktan sonra ilk kredi kartını aldığında çocuklar gibi sevinip ilk iş kendine pahalı bir çift güneş gözlüğü alan, ilk dövmesini kendi kendine yampaya çalışıp sonra silmek istediğinde bir arkadaşının şakasına inanıp üzerine tuz döküp havluyla ovalayarak cehennem azabı çeken ve sonunda sadece dövmeyi daha parlak hale getiren, eşek kadar adam olduktan sonra arka bahçesinde şiş kebap (evet şiş kebap) yapmaya çalışırken neredeyse evi yakan grohl; tüm bunların bilinciyle gençlere hiçbir konuda öğüt vermez.

edit: buckley'nin kırmızı telefonunun görseli eklendi.

@ henrythelee

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder